Anlatacak çok hikaye(ci)miz var./Fahri TUNA

ANLATACAK ÇOK HİKÂYE(Cİ)MİZ VAR
Her şehrin bir hikâyesi vardır, hikâyecileri de.
Adapazarı´mızın hikâyesi geniş ve uzun. Çok da.
Hikâyecileri de çok; Sait Faik´ten Ayfer Tunç´a…
Onları sizlere tanıtmak istedim bu hafta; kısa özgeçmişleri ve hikâyelerinden birer paragraflık örnekler ekleyerek.
Evet; bizim anlatacak çok hikâyemiz var.
Çok da hikâyecimiz.
Buyurun.
SAİT FAİK ABASIYANIK
1906 yılında Adapazarı´nda doğdu. Karamürsel Mahalle Mektebi, Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi, Adapazarı İdadisi, İstanbul Erkek Lisesi, Bursa Lisesini (1928) bitirdi. Bir süre İstanbul Dar´ul- Fünunu (Üniversitesi) Edebiyat Şubesi´nde, bir süre de Grenoble´de (Fransa) ticaret eğitimi gördü. Yazarlık, gazetecilik ve aileden kalan varlıkla geçindi. İlk ürünü (lise 2 - öykü) İpekten Mendil, ilk yayınlanan ürünü Ses Dergisinde (1931) yayımlandı. On bir hikaye bir roman üç uzun hikaye bir şiir kitabı yayımlandı. Hikaye kitapları: Semaver (1936), Sarnıç (1939), Şahmerdan (1940), Lüzümsuz Adam (1948), Mahalle Kahvesi (1950), Havuz Başı (1952), Son Kuşlar (1952), Alemdağ´da Var Bir Yılan (1954), Az Şekerli (1954), Tüneldeki Çocuk (1955), Mahkeme Kapısı (1956), Uzun hikayeleri: Kumpanya (1951), Havada Bulut (1952), Kayıp Aranıyor (1953), Roman: Medarı Maişet Motoru (1944), Birtakım İnsanlar adıyla (1952), Şiirler: Şimdi Sevişme Vakti (1953), Derlemeler: Balıkçının Ölümü - Yaşasın Edebiyat (1977), Açık Hava Oteli – Konuşmalar - Mektuplar (1980), Müthiş Bir Tren – Çeviriler, Uyarlamalar (1981), Yaşamak Hırsı - G. Simenon´dan Çeviri (1954), Sevgiliye Mektup, Hikayeler-Yazılar-Mektuplar-Konuşmalar (1987), Bitmemiş Senfoni, Bitmemiş Hikayeler-Oyunlar-Mektuplar ve Sait Faik Kaynakçası (1989). ABD Mark Twain Derneği onur üyeliği verildi (1953). 11 Mayıs 1954 tarihinde vefat etti. Burgaz Adası´ndaki evi "Sait Faik Müzesi"ne dönüştürüldü (1964). Vasiyeti gereğince Darüşşafaka Derneği´ne bırakılan eserlerinin geliri ile bir "Sait Faik Ödülü" oluşturuldu
Loğusa / Sait Faik Abasıyanık
" ´Kumköy´ Sakarya kenarında, hemen hemen yan yana denilecek kadar kasabaya yakın, kırk beş hanelik bir köydü. Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı. Yer yer duvarları yıkılmış, baldıranla ısırganlar mezarları ve mezar taşlarını kaplamış, bu artık ölü gömülmeyen mezarlık geçildikten sonra Sakarya´nın tahta köprüsü gözükürdü. Daha köprüye varmadan sağ kolda küçük bir öküz arabası yolu, küçük bir tepeye doğru tırmanır, tam tepedeki kocaman çınarın dibine varılınca, birbirinden birer ikişer dönümlük tarlalarla ayrılmış köyün evleri, ottan damları ile meydana çıkıverirdi. Yol, buradan itibaren kasaba yolları gibi arnavutkaldırımı idi. Ta köyün ilk evine kadar bu sarsak ve harap yol gider, orada birdenbire bitmez, seyrekleşir, gene bir yüz adım kadar tek tük kaldırım taşarlı bulunur, sonra bir çimenlik başlardı. Bu çimenliğin ortasındaki araba izleri, iki muvazi hatla hiç bozulmadan, adeta kenar çimenler hiç ezilip sararmadan her evin kapısına kadar varırdı. Kasabanın üç ana yolu vardı. Bu üç anayoldan ikisi Sakarya´nın köprülerine çıkardı. Nehirse kasabanın dışında kocaman bir münhani çizerdi. Kumköy, kasabanın köprülerine çıkan her anayolundan aynı mesafe idi. Her iki taraftan da şehre aynı zamanda varmak mümkündü. Fakat bir mezarlık geçildikten sonra şehrin çarşısına varılan yol, daha ziyade bir iktisadi yoldu. Çünkü bu yoldan, kasaba çarşısına daha çabuk varılabilirdi. Halbuki öteki yoldan kasaba, hemen hemen iki tarla geçildikten sonra başlayıverirse de, çarşı oldukça uzaktı. Kasabanın bu mahallesi, Boşnak mahallesiydi. (…)"
( "Loğusa" / Sait Faik Abasıyanık, "Adapazarı Hikâyeleri", ABB Yayını, Adapazarı, Kasım 2006, s. 45)
KERİM KORCAN
1918 yılında Hendek Aktefek köyünde doğdu. Eskişehir Akçaalan İlkokul 4. Sınıfa kadar devam etti. Çıraklık, berberlik, marangozluk, büfecilik ve yazarlıkla geçindi. Babası, 2 yaşındayken Eskişehir´e, 14 yaşındayken İstanbul´a yerleşti. 12 yıl (1938 – 48, 1957-59) hapis yattı. Kendi kendini yetiştiren Korcan, hapishane gözlemlerini değerlendirdiği toplumsal gerçekci eserleriyle tanındı; roman, öykü ve şiirler yazdı. İlk ürünü "Köse" Öyküsü (Milliyet Karacan 2. Armağanı (1962))´dür. Eserleri: Linç (roman-1967), Tatar Ramazan (roman-1969), İdamlıklar(roman-1971), Ter Adamları(1975), Dimitrof Geçiyor(roman-1978), Patrona(roman-1983), Canlı Bayraklar(öykü-1985), Ateşten Köprü(anı-roman, 1988), Harbiye Kazanı(anı-1989), Ey Gaziler(şiir-1989), Acılar Çemberi (Çocuk romanı- 1990), Capon (Çocuk romanı), Ölüm Pusuda (roman-1990). 09 Kasım 1990 tarihinde İstanbul´da vefat eden Korcan, Karacaahmet Mezarlığı´na defnedilmiştir.
Ölüm Pusuda / Kerim Korcan
"Tutuklular da hasta olur, iyi kötü bakılır, peki ya adam fikir suçlusuysa ne olacak? Neresinden bakarsak bakalım, bu soruya cevap bulmak zor. Bir mahkûma yaslanarak, ayaklarımı sürüye sürüye getirilmiştim oraya. Şimdi, belki tekmil hastaların gözleri üstümdeydi, şu var ben, inzibati bir suç işlemiş gibi her yere bakıyordum. İki adım ilerde boş bir yatak var, anlaşılan şu ki, henüz yatmam için ferman yok. Neden acaba anlamadınız mı, ben fikir suçundan tutukluyum? Onun için yakınmam, yaşamak hakkımın savunusunu yamam bir anlam taşımaz, kulak asan da olmaz hani. İyi ama, demir adımlarla yürüyüp giden zamanı ne yapacaksınız? Ecel saati son kanpanasını vurdu vuracak, cılız öküzlerin çektiği kağnı gibi ohha, kalbim durdu duracak! Kesinlikle şakaya alınacak bir durumda değilim yani? İki hekim gelmiş, tam önümde tartışıyorlar. Konu nedir, hep o bir adam var burada, katil değil, hırsız değil, karmanyolacı değil ya ne peki, fikir suçlusu? Bir de hemen yatırılması gereken ağır hasta üstelik ne yapmak gerek? Cezaevi müdürü diyormuş ki: ´O adamın acilen tedavisine başlamak lâzım geldiğini anlamak için hekim olmağa ne lüzum var, ama, suçunun mahiyeti itibariyle bir de Savcı Bey´e danışmak zaruretini düşünmeyelim mi, suç bulaşık, biz de emir kuluyuz?´ (…)"
("Ölüm Pusuda" / Kerim Korcan, "Ölüm Pusuda", MÜKA Matbaacılık, İstanbul, Ağustos 2000, s. 7)
Faik BAYSAL
1922 yılında Adapazarı Pamukosman Sokağı´nda doğdu. İstanbul Saint Joseph Koleji (ilk, orta, lise) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Öğretmenlik spikerlik çevirmenlik yaptı, gazete ve ansiklopedilerde çalıştı. Roman, öykü, şiir ve senaryo yazdı. İlk ürünü Tahta At (şiir, 1935) olup yayımlanan ilk ürünü Yapraklar (şiir, Gündüz Dergisi, 1936), yayımlanan son kitabı Madam Bambu (Roman/2002)´dur. 09 Aralık 2002 tarihinde İstanbul Bahçeşehir´de vefat etmiş ve İstanbul Topkapı Merkezefendi Mezarlığına defnedilmiştir. Eserleri - şiir: "İlk Defa" (1957), "Beyaz Şiirler" (1984), "Ayın Ucunda" (1994), "Gül Sancısı" (2001). Roman: "Sarduvan" (1943), "Rezil Dünya" (1955), "Drina´da Son Gün", "Küçük İnsanlar", "Ateşi Yakanlar", "Voli", "Madam Bambu"(2002). Öykü: Perşembe Adası (1955), "Sancı Meydanı", "Nuni", "Militan", "Tota", "Güller Kanıyordu", "Kırmızı Sardunya", "Ilgaz Teyze Öldü", "Elleri Sesinin Rengindeydi", "Beni Bırakma Doktor". Senaryo: Kavanozdaki Adam (bilim-kurgu). Ödülleri: Orhan Kemal Roman Ödülü (SARDUVAN´la), 1969 Sait Faik Öykü Ödülü (SANCI MEYDANI´yla), İnanç Dergisi Roman Ödülü (ATEŞİ YAKANLAR´la). 2002 yılında Irmak dergisi tarafından adına ödüllü öykü yarışması düzenlendi. Yazdığı dergiler: Gündüz, Varlık, Büyük Doğu, Irmak.
Nuni / Faik Baysal
"- Hışşşt!
Soluğum içimde kaldı. Dimdik, upuzun, ´Kız Söğütleri´nin salım salım bir yaprağı gibiydi orda. Sarı eski bir testi, kırıktı. Ekin gibi sararmış bir rüzgâr parçası, sazların arasında ışıl ışıldı. Geldi, yanıma oturdu, kocaman kocaman göl yapraklarının üstüne. Ayaklarını buruş buruş Sakarya suyuna sarkıttı. "Kavun Yeli"nin yaktığı, şu çilli Adapazarı çocuklarının bal rengi, akide şekeri gibi tatlı gözleriyle baka baka güzelledikleri Sakarya, uçurtması Karaağaçların korkunç dallarına takılıp yırtılan çocuğun gözleri gibi suskun ve durgundu. Şaşırdım, bakamadım bir türlü yüzüne. Sonra "Ne olacak be, beni yemez ya" deyip baktım. Kapkara iki gözü vardı Sakarya akşamının buruk, alacakaranlığın içinde. İki böğürtlen, şu Erenler toprağı nasılsa öyleydiler kara kara, ıslak, sis içinde. Bütün gün "Yonga Sokağı"nı ıslayan yağmurun altında kalmışlardı sanki. Yaz bitmiş de, "Harman Güneşi" geçmiş, mürdüm eriklerinin üstündeki gök sararı sararıvermişti. Arı bir rüzgâr kopmuştu "Geyve Boğazı"ndan. Katı mı katı, dondurucu, hışır hışır. Yâ, ne vardıysa gözlerinde, soğuk soğuk üfürdü yüzümü. Elinde bir mısır ekmeği, Boşnak Çapiska´sı. İkiye kırıp bir parçasını bana verdi.
- Çil!
- Ne var Nuni?
- Al, senin için pişirdim. Çapiska, şekerli hem de. Pekmez de koydum biraz içine.
Aldım, sıcak sıcaktı daha. Ne tatlıydı Sakaryalı bir Boşnak kızının yoğurduğu, kuru fındık dalları ve ceviz kabuklarıyla kızdırılmış toprak fırınında pişirdiği Çapiska, mısır kurabiyesi. Ymurtalı, susamlı çıtır çıtır. Yeşil Afrika´da, Çiça Reisi Mava´nın döğme bakır vücutlu Kızı Ciga yıldızdan yıkılan bir gece yarısı birden kaçırıvermişti beni sanki. Sarı Çay´ın kıyısında, muz kokulu Hindistan Cevizi sütüyle pişmiş Pelga, "Zifaf Ekmeği"ni yiyordum daha doğrusu. Değil, Antonius´tüm. Mavi Nil boyunda, "Kamış Tepesi" karşımdaydı. Biraz ötede büyük piramit durmadan yaklaşıyordu. İki bin yıl önce, milyonlarca tutsak son taşları koyuyorlardı gökyüzüne yakın. (…)"
("Nuni" /Faik Baysal, "Gül Sancılı Adam", ABB Yayını, Adapazarı, 2007, s.78)
NECATİ MERT
1945 yılında Adapazarı´nda doğdu. Ankara Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü(1968) bitirdi. Edebiyat öğretmenliği, kitapçılık, yazarlıkla geçindi. Hikaye, deneme, eleştiri yazıları yazdı. İlk ürünü Evim (hikaye,1966) olup, yayınlanan ilk ürünü Mustafa´nın Karesi (hikaye, Yansıma Dergisi, Temuz´1972)´dir. Eserleri: Gramafonlar, Radyolar, Teypler(Öyküler,1979), Bir Bir Değilken (Masallar, 1979), Hindinin Biri (Masallar, 1980), Minnacık Bir Uçurum (Öyküler, 1994), Paytonun F´si (Deneme, 1995), Geceye Uçurulan Güvercinler (Öyküler,1996), Kapıdan İçeri Girmek (Deneme, 1997), Büyük Düğün (Oyun,1998), Gönüller Küçüldü (Öyküler,2002), Ömer Seyfettin: İslamcı, Milliyetçi ve Modernist Bir Yazar (İnceleme,2004), Öykü Yazmak (inceleme, 2006), Adalı Sinağrit (2006), Hikayem Adapazarı (2009). Yazdığı dergiler: Yansıma, Sanat ve Toplum, Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, Yazko/Somut, Karşı, Yaba/Öykü, Yeni Biçem, Düşlem, Düşler/Öyküler, E Edebiyat, Hece, Kırklar, Hece/Öykü.
Mustafa´nın Karesi / Necati Mert
" - "Madem bakamayacaktın karınla çocuğuna, neden ayrıldın babanın bağından? Şehre taşınırken bana mı güvendin? Karanlıkodaya girdiğin bir hafta olmadan "ağbi para" diyorsun."
- "Birikmiş Parma vardı ama… Eşya taşımaya, evin ilk aylığına… derken tükendi. Şimdi bir ocak lâzım da…"
- "Peki al elli lira. Ama bunu da, beğenmiyorsun."
- "Yetmez ki ağbi. Yetse… Ocakla tüpe peşin iki yüz lira istiyorlar. Üstü nakit. Verirsen… aylığımdan kesersin."
-"Çalışmadan peşin ödeyemem. Hem şart mı tüplü alman? Pompalı al."
-"Tüplüler çıkalı beri kalmamış ki pompalılar piyasada."
-"İki yüz lira yapana kadar yemek pişirme efendim. Kuru öteberiyle idare et. Kemeri sık! Zeytin-ekmek, peynir – ekmek falan…"
Mustafa karanlıkodada hem çektiği filmi yıkıyor hem de patronuyla atışmasını ansıyordu: "Tanımamışım meğer." Oysa patronunu iki yıl önce tanımıştı. Biriktirdiği üç beş kuruşla ondan fotoğraf makinesi aldığı, amatör fotoğrafçılığa başladığı gün. Çektiği filmler, dolayısıyla yaptırdığı resimler, kartpostallar arttıkça yakınlıkları da artıyordu. "Hiç böyle sert değildi o zamanlar. Yardım ederdi. Uysaldı. Hatta makineyi bile taksitle satmıştı. Son aylarda karanlıkodaya da sokuyor, mesleğini öğretiyordu. Elimden tutmuş, amatörlükten kurtulmamı istemişti. Belki de müşterisi olduğum için öyle iyi davranıyordu. Şimdi aylıkçısı olunca… (…)"
("Mustafa´nın Karesi", Necati Mert, "Gramofonlar, Radyolar, Teypler", Yansıma Yayınları, İst.1979, s.7-8)
CÜNEYD SUAVİ
1948 yılında Adapazarı´nda doğdu. Gerçek adı Şükrü Şumnu´dur. Sabihahanım İlkokulu, Adapazarı Merkez Ortaokulu, Adapazarı Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Ü.) Yüksek Mimarlık Bölümü´nü bitirdi. Mimarlık dalında profesörlüğe yükseldi. Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyeliğinden emekli oldu (2003). Hikaye, masal, senaryo yazarlığı yapmaktadır. İlk hikayesi Davulcu Zafer Dergisi´nde 1982 yılında yayımlandı. Kitapları: Hayatın İçinden, İki Çuval Altın, Kırk Gram Tebessüm, Bilmeceler, Mucizeler, Peygamberler Tarihi, Kısa Metrajlı Filmler İçin Senaryolar, Peygamberler Tarihi, Huzur Ormanı, Gökten İnen Balık, Cennete Davet , Sevgi Marketi, Hazır Cevaplar. Yazdığı dergiler:Zafer, Moral.
Doktor / Cüneyd Suavi
"Yataktaki adam, başucunda bekleyen genç doktora: - Allah senden razı olsun evlâdım!. dedi. Benim için yurt dışından gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım. Ameliyat edilen kişi, büyük bir hastanenin başhakemiydi. Tedâvisi ancak yurt dışında mümkün görülen hastalığı aniden arttığında, doktor arkadaşları onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamış, ve yaşama şansının çok az olmasına rağmen, ameliyatı üstlenmeğe karar vermişlerdi. Fakat o konuda sayılı bir uzman olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve Hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı. Yaşlı doktor, kendisine yapılan bu iyiliğe nasıl bir karşılık vereceğini bilemiyor ve hemen yanında oturan genç adamın ellerini tutuyordu. Hayata yeniden dönmenin sevinciyle durmadan konuşurken: "- Ameliyat için beni bayılttığınızda, her nedense gençlik yıllarıma döndüm, diye gülümsedi. Henüz toy bir asistanken, anne karnındaki bir bebeğin ayaklarından sakat olduğunu anlamış ve onu bu şekilde yaşatmaktansa öldürmeyi düşünürken, kalp atışlarını duyup kıyamamıştım. "Planlama" bahanesiyle sapasağlam yavruları bile katleden canavarlara inat, o yavrunun yaşamasını istediğim için, Allah seni imdadıma göndermiş olmalı. Genç doktor, ancak bir babanın evlâdına karşı gösterebileceği sıcaklıkla kavranan ellerini kurtarıp biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı "takma" olan bacaklarını gösterirken;
- Allah hiçbir iyiliği unutmaz efendim!. Diye gülümsedi. Kurtardığını o çocuk bendim."
("Doktor", Cüneyd Suavi, "Hayatın İçinden", Zafer Yayınları, 2006, 42. baskı, s.220-221)
HATİCE BİLEN BUĞRA
1951 yılında Adapazarı´nda doğdu. Kurtuluş İlkokulu (1962), Adapazarı Ortaokulu (1965), Adapazarı Lisesi (1968) ve Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü (1976) bitirdi. Ardından İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Edebiyatı Bölümünden (1992) mezun oldu. Öğretmenlik ve yazarlıkla geçinmektedir. İlk yayımlanan ürünü Göz Açıpta Gördüğüm (öykü, Sanat Olayı Dergisi, 1985)´dür. Eserler: Umursanmayan Kadınlar (Öykü,1989), Ayın Uysal Işığı, (Öykü, 1991), Aynadaki Boşluk (Roman, 1995), Tarık Buğra´dan Notlar (Günlük,1996), Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak (Tarık Buğra´nın Roman çalışması,1996) Cumhuriyet Döneminde Resim Edebiyat İlişkisi (İnceleme, 2000), 1914´lerden 1940´lara Türk Resim ve Romanında Gerçekçilik (2007). Yazdığı dergiler: Sanat Olayı, Bakış, Kadınca, Bursa´da Olay, Irmak.
"Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun" / Hatice Bilen Buğra
"Masa yuvarlaktı; hem karşı karşıyaydılar, hem de yan yana. Tırnağıyla örtünün üstüne şekiller çizen kadın, erkeğin yüzüne baka baka düşünüyordu; Neden yüreğim kupkuru, ıssız; neden aramızda korkunç uzaklık! Dalgın görünüşlü adam, kendi içinde gezintiye çıkmış doygun birisini andırıyordu. Çevresine hissettirmeyen bir kendi üstüne kapanış halindeydi. Ona nasıl ulaşacağını, kendisini bir kader gibi kuşatan yalnızlığı nasıl alt edeceğini bilmiyordu kadı. Her şey birbirine dolaşık; her şey karmakarışıktı içinde. Geçmiş günlerin aynasında hiçbir mutlu yansıma, hiçbir parıltı kalmamış, bütün güzellikler silinip gitmişti sanki! Düş kırıklığına uğramış birisinin burukluğu içinde, avare bir can sıkıntısı ufkunu köreltmiş gibiydi. Kalbinin en derin, en ulaşılmaz noktası bile karanlıktı; soğuk, çürümeye yüz tutmuş; ama, birden, bir ışık düştü içine: Önce lokantayı dolduran sesleri bastıran bir müzik, ardından, bir kadının; "Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diyen buğulu sesi duyuldu. Sonra da, Kadıköy´deki eski iskelenin önünde, lacivert ceketli, külrengi etekli bir genç kız kadınla yer değiştirdi. Turnikeden ürkek, telaşlı geçti; bekleme salonunun kalın sütunlarından birine dayanmış kendisine gülümseyen erkeğe doğru süzüldü. Adamın elâ gözleri menevişlendi. (…)"
("Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun", Hatice Bilen Buğra, Irmak Dergisi, S.1, y.1, Ocak-2001, s.10)
AYFER TUNÇ
1964 yılında Arifiye´de doğdu. İzmit Hızır Reis İlkokulu, Adapazarı Merkez Ortaokulu, İstanbul Erenköy Kız Lisesi (yatılı) ve İstanbul Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi´ni (1987) bitirdi. Yapı Kredi Yayınları, Can Yayınları ve Kitap-lık Dergisi´nde yöneticilik yaptı. İlk öykü kitabı Saklı 1989 yılında yayımlandı ve Yunus Nadi Öykü Ödülünü aldı. Eserleri: Saklı (1989), Kapak Kızı (1992), İki Yüzlü Cinsellik (1995), Mağara Arkadaşları (1996), Aziz Bey Hadisesi (2000), Bir Maniniz Yoksa Annemler Akşama Size Gelecek (2001), Taş Kağıt Makas (2003), Belki Varmış Belki Yokmuş (2003), Evvelotel (2006), Ömür Diyorlar Buna (2007). Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Tarihi (2009, roman). Yazdığı dergiler: Kitap-lık, Hayalet Gemi, Gece Yazısı.
Alafranga İhtiyar / Ayfer Tunç
"Beni müthiş bir hayrete düşüren ve o vatka kadar doğru addederek, itina ile koruduğum "hayat felsefemi" ve "muharrirlik mantığımı" kökünden sarsan büyük takip; yedi sene evvel bugün başlamıştı. Eski tabirle gayrıtabii, yalan yanlış kullanılan şimdiki tabirle "marjinal" telakki edilen bir şahıstan ibaret olduğu için dikkatimi çeken bir manzaranın beni bu noktaya getireceğine; ahbap olmamıza çeşitli içtimai farklar sebebiyle ihtimal veremeyeceğim cinsten, ihtiyar bir adamla aramızda, bir dostluğun teşekkül edebileceğine anlatsalar inanmaz,; "Azizim, hayata biraz fazla şairâne bakmıyor musunuz? Abartmayın rica ederim," tarzında, demode bir üslûpla mukabele eder, güler geçerdim. Şimdi de belki "büyük takip" lafında ısrarlı olmam abartılı, hatta saçma görünebilir. Ancak bu takip, hayatımda yaptığım ilk ve belki d etek hakikî hafiyelik tecrübesi olduğu için, benim yerime geçip bakıldığında, hakikaten büyük ve mühimdir. Hafiyelik ille de bir cinayeti çözmek, bir hırsızı yakalamak yahut bir casusu cürmümeşhut halinde bastırmak manasında alınmamalı. Hayatın karşımıza çıkardığı karışık gibi görünen yumakları çözmek ve ucunda enteresan hayatlarla karşılaşmak da, bana kalırsa bir cins hafiyeliktir ve muharrirler de bu mânâda birer hafiyedirler. (…)"